BERGENİN HAYATI
GERÇEKTEN İBRETLİK BİR AŞK.

BERGEN (9.Bölüm)

Acıların Kadını (9.Bölüm)

 
SON SÖZ

"Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem
Bütün zalim olanları sen affetsen ben affetmem
Sen Tanrısın affedersin, bağışlarsın kulum dersin
Neler çektim sen bilirsin, sen affetsen ben affetmem"

"Sen Affetsen Ben Affetmem"
Söz:Ali Tekintüre
Müzik: Burhan Bayar
("Acıların Kadını" albümünden)


O gün “Acıların Kadını” plağının yeni baskısını satın almıştım. Her dönem taşınabilir müzik çalarımdan eksik etmediğim, hâlâ sık sık dinlediğim Bergen şarkılarını yıllar sonra tekrar plaktan dinlerken, hakkında bir yazı yazma vaktinin geldiğini düşündüm. İnternette biraz gezinip, ona dair bilmediğim ne var diye bir bakmak istedim sonra. İlk açtığım sayfada ölüm tarihi çıktı karşıma: 14 Ağustos 1989. Ne tuhaf bir tesadüftür ki, o gün takvimler 14 Ağustos 2012’yi gösteriyordu.

Spiritüel şeylere, uhrevi tesadüflere hiç inanmayan yanımla, karşı konulmaz bir biçimde inanan yanım çatıştı önce. Sonra doğal olarak mantığım değil, duygularım galip etti. Bu belki de bir işaretti. İnternette hakkında okuduğum, çoğu birbirinden kopya edilmiş sayfalar dolusu yalan yanlış bilgiyi bir kenara koyup, “Acılarının Kadını”nın gerçek hayat hikâyesini yazmam içindi bu işaret. Bu bir görev, kim bilir belki de bir borçtu benim için.


İtiraf etmeliyim ki kolay olmadı. Günlerce kütüphaneye gidip geldim, saatlerce eski gazete ve dergileri karıştırdım. Bir bulmacayı çözer gibi parçaları yerine oturtmaya çalıştım. Bu çok can yakıcı ve bir o kadar da bıçak sırtı hikâyeyi, hem en doğru şekilde, hem de ölmüş bir insanın hatırasına ve hâlâ hayatta olan yakınlarına zarar vermeden, magazin argümanları yaratmadan, yıllardır ona derin bir hayranlık besleyen hayranlarını incitmeden ve bir de hikâyenin diğer kahramanını, belki de yıllardır pişmanlığını, vicdan azabını duyduğu bu hikâyenin içinde sebebi ne olursa olsun bir insanın hayatına bilerek ve isteyerek son vermiş olduğu gerçeğini de göz ardı etmeksizin, ama tek taraflı da yargılamadan bir metin kurmak işin en zor kısmıydı.


Araştırmalarıma devam ederken Bergen’in hayatından şu veya bu şekilde geçmiş onlarca kişiyle irtibat kurmaya çalıştım. Kimine ulaştım, kimine ulaşamadım. Bazılarının özellikle konuşmaktan kaçındığına şahit oldum. Konuşabildiklerimden öğrendiklerimin bazılarını gerçekçi bulmadığım için kullanmadım. Özellikle yıllardır müzik dünyasının içindekilerin yaptıkları iş gereği yükseklerde gezen   egoları sebebiyle olsa gerek, başkalarının hayat hikâyelerinden bahsederken bile anlattıklarını nasıl kendileri üzerinden kıymetlendirdiklerine bir kez daha şahit oldum. Bu bakımdan bana en çok eski gazete ve dergilerden topladığım bilgilerin yardımcı olduğunu söyleyebilirim.


Yazıyı okuduktan sonra itiraz edenler, bazı bilgilerin doğruluğunu tartışanlar olacaktır. Bu çok doğal. Çünkü tıpkı bugünlerde olduğu gibi, o günlerde de gazete ve dergi haberlerinin yüzde yüz doğruları anlattığını iddia edemeyiz. Zaman zaman haber değeri yükselsin diye abartılmış, bire bin katılmış cümleler yazılmıştır mutlaka. Ben yazılanların yalancısı olmak durumundaydım. Yine de akla mantığa uygun gelmeyenleri zaten en başından eledim ve yazıda kullanmadım.  

Öykünün diğer kahramanının adını yazı içerisinde hiç kullanmadım. Kullandığım görsellerde de adını ve yüzünü mozaikledim. Sebebini soranlar oldu haliyle. Bunu yaparken amacım kanun önünde yargılanmış ve cezasını şu veya bu şekilde çekmiş birini, kamu vicdanında affedilmemiş olsa bile daha fazla yargılamanın, teşhir etmenin yazıyı maksadını aşan bir yerlere götürmesini istemememdi. Bu tamamen Bergen’in hikayesi olmalıydı ve öyle oldu. O kişinin aslında neler yaşadığını, neden tüm bunları yaptığını tam olarak bilmiyoruz. Yazıyı Bergen üzerine kurgulamak istediğim için işin o kısmına özellikle girmedim. Ayrıca o kişinin Bergen’den önce ve sonra yaptığı evliliklerden doğan çocuklarının ve onların çocuklarının da ömürleri boyu babalarının/dedelerinin ismini böylesi bir hikâyeyle omuzlarında taşımalarına vesile olmaya hakkımız olmadığını da düşünüyorum. 

 

Günler boyunca internette hakkında yazılmış hemen her yorumu, özellikle de hayranlarının onun hakkında yazdıklarını saatlerce okudum ve tabiri caizse Bergen’in hayatını didik didik ettim. Hal böyleyken ister istemez yazıda zaman zaman kendimi Bergen’in yerine koyup, onun yaşadıkları karşısında hissettiklerini kestirmeye, kelimelere dökmeye çalıştım. Yani beylik deyimiyle “empati” yaptım. Yazının bazı bölümlerini de bu varsayımlar üzerine kurdum. Buna ihtiyaç vardı zira aksi takdirde hikâyenin insani yanı eksik kalacaktı. Bir pavyon şarkıcısının yüzüne kezzap atılmasından sonra ülke çapında şöhret olmasından ve günün birinde belalısı (sevgilisi/kocası/eski kocası ne derseniz deyin) tarafından öldürülmesinden ibaret değildi yaşananlar. Öyle olsaydı, bu tek cümle yeterdi zaten. Ben bu hikâyede daha önce yazılmamış cümleleri aradım. Ne kadarını bulabildiğimin takdirini okuyanlara bırakıyorum.


Yazı daha proje aşamasındayken irtibata geçmeye başladığım Bergen hayranlarından, yazı dizisi devam ederken de büyük destek gördüm. Hepsine, ama özellikle de Garip Özdel’e teşekkür etmem gerekiyor. Garip Özdel yazı dizisinin her bölümünü yayımlanmadan önce okudu, düzeltmeler ve eklemeler yaptı. Yıllar süren bir çabayla bir araya getirdiği muhteşem Bergen arşivinden resimler, haberler ve videoları benimle paylaşarak, bu yazı dizisine büyük katkı sağladı. O olmasaydı, çok şey eksik kalacaktı.    

Aynı şekilde tüm Bergen arşivini bana açan Yaşar Plak, Kemal Kekeva’ya da teşekkür ederim. Bugün bugün Bergen albümleri piyasada bulunabiliyorsa, bunu Yaşar Plak’a borçluyuz.

 

Yazı dizisi başladıktan sonra Bergen’in ailesinden olumlu yorumlar, memnuniyet içeren ifadeler okumak beni mutlu etti. Onlara da teşekkür ediyorum. 

Bu yazıyla uğraştığım süre zarfında gece gündüz sürekli Bergen şarkıları dinledim, evde sürekli onun hakkında konuştuk, tartıştık. Eşim ve kızıma da gösterdikleri sabrın yanı sıra, verdikleri destek için de teşekkür borçluyum.


Bergen ne ilk ne de son. Sadece bu ülkede değil, dünyada da on binlerce, hatta belki de milyonlarca Bergen yaşadı ve öldü. Bir düşünün; Whitney Houston’ın ya da Rihanna’nın hayatında da benzer izler yok mu?.. Onları ünlü oldukları için biliyoruz. Ya hiç bilmediklerimiz?.. Mahallemizde, karşı apartmanda, ya da o kadar uzağa da gitmeyin, kapı komşumuzun evinde neler yaşandığını ne kadar biliyoruz ki? Bir insanın başka bir insanın hayatına ipotek koymaya, sebebi ne olursa olsun (aşk ya da nefret, dostluk ya da düşmanlık) hakkı var mı? Olmalı mı?.. Ya da neden bir insan kendi hayatını bir başka insanın ellerine ölümüne teslim eder? Etmeli mi?.. Bu yazı bu soru işaretlerini düşürebildiyse okuyanların zihnine, amacına ulaşmış demektir.  

Bazı hikâyeleri yazmak zordur. Bu öyle bir hikâyeydi... Ve bu satırlarla sona eriyor. Okuyan, paylaşan, yorumlarını, tenkitlerini, düşüncelerini esirgemeyen herkese teşekkürlerimle…
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol